16 Mart 2008 Pazar

Bir kariyer yolculuğu


SALİM KADIBEŞEGİL ile RÖPORTAJ

Kendinizden ve çalışma alanınızdan biraz bahseder misiniz?

1977 Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İ
lişkiler Yüksek Okulu mezunuyum. Öğrencilik yıllarında gazetecilik yapmaya başladım. Daha sonra Turizm Bakanlığında Basın Müşavirliği ve sonrasında da ABD’de Basın Ataşe Yardımcılığı görevlerinde bulundum. Halkla ilişkiler mesleği ile ilgili birikim elde etmemde Amerika’daki yılların çok etkisi oldu. Döndükten sonra bu alanda yürümeye karar verdim ve önce Ege Bölgesi Sanayi Odası, daha sonra da o zamanlar merkezi İzmir’de bulunan Turyağ’da Halkla iİişkiler Müdürü olarak çalıştım. 1980’lı yılların ortasında arkadaşlarımla birlikte İzmir Halkla İlişkiler Derneği’nin kurucuları arasında yer aldım. Aynı yıllarda ilk kitabım “Halkla İlişkilerde Temel İlkeler” yayımlandı. 1990’da ikinci kitabım Halkla İlişkiler Reçeteleri yayımlandığında merkezi İzmir’de bulunan halkla ilişkiler şirketi ORSA’yı kurmuştum. 1993 yılı sonlarında şirketin merkezini Istanbul’a taşıdık. 1990’lı yılların ortalarında, ORSA, merkezi İstanbul’da, Ankara ve İzmir’de şubeleri bulunan, ayrıca uluslararası bir network’un içinde 30 kişinin çalıştığı profesyonel bir şirket idi. 1997 yılında IPRA’nın Helsinki konferansı kariyerimde bir dönüşümü işaret ediyordu. Çünkü, çok uzun yıllar üzerinde çalıştığım halkla ilişkilerde ölçümleme ve değerlendirmenin uluslararası boyuttaki çalışmaları ile tanışma fırsatını elde etmiştim bu kongrede. Ayrıca, ülkemizin ilk kez Uluslararası Danışmanlık Şirketleri Birliği ICCO’nun yine Helsinki’deki toplantıda gözlemci olarak temsilini sağlamıştım. Ki, ICCO, ilerleyen yıllarda ülkemizde mesleğin evrensel boyutları ile tanışması için oldukça önemli bir kilometre taşı olmuştur. Sözünü ettiğim bu kongrenin dönüşünde Istanbul’daki meslektaşlarımla birlikte ülkemizin ilk ölçümleme ve değerlendirme şirketi olan PRNET’in kuruluşunu gerçekleştirdik. Şirket kurulduğunda, benzer oluşumlar dünyada sadece 8 ülkede vardı. Bir sonraki yıl da Türkiye’deki halkla ilişkiler şirketleri İngiltere’den sonra ilk kez uluslararası bağımsız standartlar denetiminden geçip sertifika almışlardır. Bunlar, mesleki gelişim için önemli kilometre taşlarıdır. 2001 krizi ile birlikte halkla ilişkilerin sadece danışmanlık alanında yürümeye karar verdim. Uygulamalardan tamamen çekilip, Genel Müdür düzeyindeki yöneticilere, stratejik iletişim planlaması, itibar yönetimi, kriz iletişimi yönetimi ve kurum içi iletişim konularında danışmanlık hizmetleri veren modeller ürettim ve yoğunlukla bu alanda çalışmaya başladım. 1997’de üçüncü kitabım "Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı", 2001’de "Kriz Geliyorum Der" ve 2006’da da "İtibar Yönetimi" isimli kitaplarım yayımlandı.

Türkiye’deki kurumların, Halkla İlişkiler açısından nerede oldukları, Halkla İlişkilerin algılanışının mevcut durumu ve geleceği için neler söyleyebilirsiniz?

Yaptırdığımız araştırmalar da gösteriyor ki, halkla ilişkiler ağırlıklı olarak medya ilişkileri tabanlı bir disiplin olarak algılanıyor. Şirketlerin faaliyetlerinin basına ne şekilde yansıdığı ve bu sürecin nasıl yönetildiği halkla ilişkilerin ana işlevi olarak karşımıza çıkıyor.

Bu şaşırtıcı olmamalı.. Halkla ilişkilerin en geniş uygulama alanı bulduğu ABD’de de gelişim bu yönde olmuştur. İşin stratejik planlaması veya, ölçümlenebilir hedeflerle yapılanma 1990’lar sonrasında gündeme gelmiştir. Beklentilerin sadece medya ilişkileri ile sınırlı kalması doğal olarak bir mesleki erozyona neden olmuştur. Ama, önemli olan mesleğin kendi gerçek kimliği ile doğrudan ilgili faaliyet alanlarını da medya ilişkileri ile birlikte ön plana çıkartan bir performans meslek mensuplarının doğru saflarda buluşmasını sağlayabilecektir.

Kurumsal itibarın işletmeler için neden önemli olduğunu açıklar mısınız?

İtibar, herkesin en önemli sermayesidir. Şirketlerin itibarı yoksa, kredi bulamazlar, iyi çalışanlar onlara gelmez, hisse senetlerine yatırım yapılmaz! Daha sayılabilecek bir çok iş sonucu itibarın içeriği ile çok yakından ilintilidir.. Bu nedenle, şirketler, bir yönetim felsefesi olarak itibarlarını oluşturmalı, geliştirmeli ve korumalıdırlar. İtibarlarının kendi sosyal paydaşları nezdinde nelerden oluştuğunu dikkate almalılar ve bunları özenle yönetmelidirler. Etik anlayış, kurum kültür ve değerleri, toplumun duyarlılıkları ile örtüşmeli ve bu konuda şirket çalışanlarının performansı ön planda olmalıdır.

Türkiye’deki aile şirketinin çok fazla olduğunu görmekteyiz. Firmaların çoğunun aile şirketi olmasından dolayı bu şirketlerde kurumsal itibarın kurumsal yönetimle ilişkilendirilmesi konusunda siz ne düşünüyorsunuz? Bu alanda şimdiye kadar ne tür çalışmalar yaptınız?

Aile şirketleri, “soyadları”nı önemsemek zorunda olduklarından itibar konusunda çok hassasiyet göstermektedirler. Birinci kuşaktan , ikinci ve üçüncüye bu sürecin yansıması ancak itibarlı oldukları sürece mümkün olabilecektir. Bu nedenle, her ne kadar günümüzde aile şirketlerinde itibarın yönetilmesi ile ilgili profesyonel bir gündem yok ise de; bilinen kurumsal sistem ve süreçlerden bağımsız itibarlarını yönettiklerini söylemek mümkündür.


Kamu kurumlarında özellikle de üniversitelerde kurumsal itibar çalışmaları yapılabilir mi?

Açık, şeffaf, kısaca kurumsal yönetim ilkeleri ile yönetilen tüm kurumlarda itibar yönetimi çalışmaları yapılabilir. Üç önemli girdiye ihtiyaç vardır; bunlardan ilki; liderlik, ikincisi itibarı oluşturan kriterlerin doğru ve gerçekçi tespiti, üçüncüsü ise bu alandaki performansın nasıl ölçümleneceğidir.


Özellikle sivil toplum kuruluşlarında bu çalışmaların yapılması, hem toplumsal bilincin gelişimine katkı sağlayacaktır, hem de sivil toplumun güçlenmesini gerçekleştirecektir. Üniversitelerin de bu konuda ciddi çalışmalar içinde olmaları kaçınılmazdır.

Kamu kurumlarında yapılacak kurumsal itibar çalışmalarının önündeki engellerin neler olabileceğini düşünüyorsunuz?

İki ana engel var.. birincisi liderlik diğeri ise şeffaf olamayışları!

Bu engellerin aşılabildiği kurumlarda itibar yönetimi gündeme gelebilir ve yönetilebilir. Ancak ülkemizdeki kamu sistematiği şimdilik her iki engeli de ortadan kaldırmaya elvermemektedir.

50 yılını geride bırakan Ege Üniversitesi’nin kurumsal itibarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu benim değil, üniversitenin paydaşlarının bakış açıları ile değerlendirmenin doğru olacağını düşünüyorum. Şu soruların cevapları Ege Üniversitesi'nin itibarı ile yakından ilintilidir;

Türkiye’nin en başarılı lise mezunlarının yüzde kaçı öncelikli tercihlerini ege üniversitesinden yana yapmaktadırlar?
Ege üniversitesin mevcut öğrencileri, üniveriste yönetiminden ne kadar memnundurlar?
Üniversitenin mevcut akademik kadrolarının yönetimden duydukları memnuniyet nedir?
Diğer üniversitelerle kıyaslandığında ege üniversitesi mezunlarının yüzde kaçı mezun olur olmaz iş bulabilmektedir?
Üniversitenin akademik kadroları sürekli diğer üniversiteler tarafından iş teklifi almaktadırlar mı?
Ege üniversitesi yılda kaç adet uluslararası makale üretmektedir?
Üniversitenin İzmir’deki kamu ve özel kurum ve kuruluşlarıyla ilişkileri diğer kuruluşlara oranla ne oranda gelişmiş ve memnuniyet uyandıracak düzeydedir?
Ege Üniversitesi, yurt dışındaki hangi üniversiteler ile bir kıyaslama içinde tutulabilir?

Kurumsal itibarın önemli bir parçası olan Toplumsal Sorumluluk kapsamında üniversitelerin başlıca görevlerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Üniversitelerin bu konuda, somut projler yönetmekten çok, toplumun farklı kesimleri tarafından fonlanabilecek, desteklenebilecek projeler üretmesinin daha doğru olacağını düşünmekteyim. Üniversiteler bilimsel çalışmaların merkezleri olduğuna göre, sosyal sorumluluk alalındaki temel ihtiyaçları yine bilimsel bir yaklaşımla ortaya koyabilecek en doğru adreslerdir. Onların tarif ettiği alanlar ve bu alanların içinde yeşerecek projeler üniversitelerin sosyal sorumluluk anlamındaki en gerçekçi katkıları olacaktır.

Türk üniversitelerinin toplumsal sorumluluk alanındaki çalışmalarının özgün ve etkin olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu konuda elimde maalesef bir veri yok. Ancak, sivil toplumun etkin bir kurum olan üniversitelerin , diğer sivil toplum kuruluşları ile birlikte bu alanda aktif rol oynamakta olduklarını gözlemlemekteyim.

İletişim fakültesi mezunlarının firmalar tarafından tercih edilme oranlarını geçmişe oranla ne düzeyde görüyorsunuz ve tercih edilebilirliklerini arttırmak için sizce neler yapılabilir?
Bu konuda da elimde somut bir veri yok. Ancak iletişim fakültesi mezunlarının, iş başvurularında üniversitelerin diğer bölümlerinden mezunlarla birlikte yarıştığını gözlemlemekteyim. Bu; arkadaşların eğitim donanımın yeterli olmayışı anlamında değil, ülkemizdeki genel ekonomik yapılanmadaki yetersizliklerin neden olduğu kısıtlı istihdam olanakları çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Ege Üniversitesi’nden 1977 yılında mezun oldunuz. Üniversite yıllarınıza ilişkin bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Okulum önceleri o zamanlar “Yakın Doğu” adı ile tanımlanan , şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinin bulunduğu yerde idi. Eczacılık Fakültesinin bulunduğu bu dersliklerden bir tanesi de okulumuza ait idi... Ben o dönemde gündüz saatlerinde okulun kantininde sandviççi olarak çalışmakta akşam saatlerinde de derslere girmekteydim. Bir yıl sonra okulumuz Bornova kampüsüne taşındı. Tıp fakültesinin kavdavra derslikleri bize layık görülmüştü.. İnciraltı’nın, oksijen, yeşillik, doğal görünümünden sonra bu derslikler ve ortam tam bir kabusa dönmüştü. İnciraltı yurtlarında kalıyordum. Sabahın erken saatlerinde üç araç değiştirip okula gitmek ve yine üç araç değiştirip İnciraltı’na dönmek gerçekten o günün koşullarında çok zor geliyordu. Okulun müfredat programı da pek çekici değil idi. Okulu bırakmayı düşündüğüm bir dönem de o zamanlar İzmir’in yerel gazetelerinden biri olan Demokrat İzmir’de bir staj imkanı buldum ve gazeteciliğe başladım. Bu imkanı bulmamış olsa idim, belki de bugün okul mezunları arasında yer almayacaktım!

Egeli mezunlara yönelik sizden bir mesaj alabilir miyiz?

Çok basit bir mesajım var; Kendi geleceğiniz için nasıl bir kurgu yaparsanız onu elde edeceksiniz..

Sevgilerimle...

MSK
Mart 2006






Hiç yorum yok: