16 Mart 2008 Pazar

Sosyal sorumluluk markaların “aklanma” aracı olmamalı!!


Salim Kadıbeşegil

Mervyn King’e çok teşekkür ediyorum. Sosyal sorumluluk felsefesini öyle bir ifade etti ki gerçekten nasıl bir dünyada yaşamak istediğimi çok net algıladım. Gerçekten sosyal sorumluluğun ne olduğu veya ne olmadığını O’nun ağzından aktarmadan önce Mervyn King ile ilgili –tanımayanlar için- bazı bilgilere yer vermem gerekecek. Mervyn King şu anda, sürdürülebilirlik alanında dünyanın en saygın ve en etkili kuruluşu olan Global Reporting Initiative’in başkanı. Kısaca GRI ise; ekonomik, sosyal sorumluluk ve çevresel duyarlılık alanında yapılacak raporlamalarla ilgili en geniş kabul görmüş standardı oluşturmuştur. Bir sivil toplum hareketi... Birleşmiş Milletler tarafından desteklenmekte ve başta Fortune 1000 şirketleri olmak üzere dünyanın önde gelen kuruluşlarının raporlamalarına esas aldığı bir sivil toplum kuruluşu.

Mervyn King, sadece sosyal sorumluluk alanında değil, itibarın en önemli girdilerinden biri olan iyi kurumsal yönetim konusunda da dünyanın çok yakından tanıdığı bir isimdir. Kendi adını taşıyan King raporu, bu alandaki en öncelikli referanstır.

Bay King, Ocak 2008’de Istanbul’daydı. Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği’nin düzenlediği “Kurumsal Yönetimin strateji ve sürdürülebilir büyümeye katkısı” konulu konferansın onur konuğu oldu. Bu konferanstan bir gün önce yapılan GRI çalıştayına da konuk olarak katılan Mervyn King iş dünyasının bir türlü içinden çıkamadığı sosyal sorumluluk felsefesini şu cümle ile özetledi; “Sosyal sorumluluk, sivil toplum kuruluşlarına, hayır işlerine, bağışlara, okul vb. yatırımlara ne kadar para harcadığınız ve bununla övünmeniz değildir. Sosyal sorumluluk ‘parayı nasıl kazandığınızdır’ “.

İşte bu cümle herşeyi ile kavramın yerli yerine oturmasını sağladı. Çünkü, bu işin o kadar suyu çıkmıştı ki, sosyal sorumluluk sadece ülkemizde değil tüm dünyada “Markaların kendilerini aklamak/yıkamak” için kulandıkları bir deterjana dönüşmüştü. Gelecek kuşaklardan ödünç aldığımız kaynakları har vurup harman savuranların, topluma “şirin” görünmek adına ve sosyal sorumluluk adı altında markalarına cila çekiyor olmaları, perde arkasındaki “sorumsuzlukların” üzerini birazcık ve geçici olarak örtüyor ama bütünüyle kapatmıyor!

King’in özetlediği “paranın nasıl kazanıldığı” gerçekten sorumluluk sahibi olup olmadığımızla çok yakından ilintili. Bir yandan sosyal sorumluluk faaliyetlerine bütçe ayıran ancak diğer yanda çocuk işçi çalıştıran, vergi kaçıran, işyeri ve işçi sağlığı ile ilgili önlemleri para harcamak korkusuyla almayan markaların ve işletmelerin nasıl sorumluluklarını yerine getirdiğini söyleyebiliriz?

Hammadde tedarikinde ucuza kaçan, kalitesiz malı kaliteliymiş gibi gösteren, sevk zincirinde maliyetler nedeniyle hijyeni umursamayan markaların sosyal sorumluluk projelerine kaynak ayırmaları ne kadar inandırıcıdır?

Hesap verilebilirlik, iyi kurumsal yönetimin ana ilkelerinden biri... Ama aynı zamanda sosyal sorumluluğun da ta kendisi... Kim ki, her aldığı kararın, yaptığı işin ve nasıl para kazandığının hesabını açık ve net bir şekilde verebiliyor –ki bunların en başında topluma karşı olan sorumluluklarının da yerine getirilmesi yer alıyor- işte bu kavram kendi kimliği ile o zaman buluşuyor!

Sosyal sorumluluk, bireyin kendi içinde başlayan ve çalıştığı işyerinin kültürüne taşınan bir olgudur. Yani, kendi içimizde sosyal sorumluluk duygusunu taşımıyorsak, çalıştığımız işyerinin az veya çok bütçeli sosyal sorumluluk projelerini toplumla paylaşıyor olması “topal” bir uygulamadır! Bu nedenle, şirketlerin en üst düzey yöneticilerine çok önemli bir görev düşüyor; “onlar, önce kendileri sosyal sorumluluk alanında bireysel davranışları ile ‘role model’ olmak” durumundarırlar. Örneğin; sosyal sorumluluk ilke ve politikaları zincirin tedarik parçasından başlatılıyorsa, zincirin diğer halkalarında anlamlı bir boyut kazanabilecektir. Günümüzde yüzlerce şirket, tedarikçilerine “sürdürürülebilirlik raporu üretmelerini” bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Çünkü, sürdürülebilirlik raporu üretmek demek, sosyal ve çevresel anlamda şirket performansının ne olduğunun şeffaf ve denetime açık bir şekilde kamuoyu ile paylaşabilmek noktasına gelinmesidir. Bu raporun GRI gibi standartlarda oluşturulması bir diğer beklentidir...

Günümüzde, çevresel etkileri önceden biliniyor olmasına karşın vurdumduymazlık ve aymazlık sonucu oluşan sanayileşmenin gelip de tıkandığı yer bir anlamda “geçmişin pişmanlığıdır”... Yaşlı dünyamız “oksijen ve temiz su” krizi ile karşı karşıyadır. Üretim, zaten kıt olan yeryüzü kaynaklarını hızla tüketmekte ve yerine yenilenebilir kaynaklar bulunamamaktadır. Durum bu kadar ciddi ve gelecek kuşakların en az bizlerin kalite ve konforunda yaşanacak bir dünyası olmayacağının bilincinde iken “markaların kendilerini aklamak” amaçlı faaliyetlerine sosyal sorumluluk diyemiyoruz!

Dünyanın en büyük perakende zinciri Wall-Mart tüm tedarikçilerine bir bildiri yayımlayarak 2008 yılından itibaren mağazalarında satılacak her bir ürün ambalajı üzerinde, o ürünün üretiminin neden olduğu karbon emisyonları miktarının yazılması zorunluluğunu getirdi. British Telecom tüm tedarikçilerinin GRI standartlarında raporlama zorunluluğu olduğunu açıkladı. İsveçli TeliaSonera tüm çalışanlarını mecbur olmadıkça uçakla seyahat etmemelerini, araç kullanımında ise mümkün olan tassarufu benimsemeye davet etti. Karbon emisyonları konusunda bir niyet gösterisi olarak...

Madalyonun bir yüzünde bunlar varken, diğer yüzünde –sosyal sorumsuzluk yozlaşmasının bir çıktısı olarak- sivil toplum kuruluşları için bir “pazar” oluştu... Bu pazar, çeşitli sosyal projelerin özel sektördeki kuruluşlar tarafından desteklenmesi nedeniyle ayrılan kaynaklardan oluşuyor. Böyle bir oluşum ister istemez sivil toplum kuruluşlarını bu pazardan “pay alma” yarışına yönlendirdi. Bu yarış doğal olarak sivil toplumu “sivil toplum olmaktan çıkarmaya yönlendiriyor” ! Tek tutunacak dalımız olan sivil toplum kuruluşları sosyal sorumsuzluk bataklığına sürükleniyorlar! Ne uğruna? Markaları yıkamak/aklamak uğruna!

Sosyal sorumluluğun gerçek kimliğinde buluşamaz isek, yakın bir gelecekte ürettiklerimizi satabileceğimiz bir tüketici bulamayacağımızın bilincinde miyiz acaba?

13 eylül 1973 tarihli New York Times Gazetesi nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman’ın ağzından şöyle bir başlık üretmişti: “iş dünyasının sosyal sorumluluğu para kazanmaktır!”... Sanırım New York Times o tarihte Friedman yerine Mervyn King ile söyleşi yapsaydı ve başlık “sosyal sorumluluk kazandığınız para değil bu parayı nasıl kazandığınızdır” şeklinde yayımlansaydı sanki bugün daha farklı bir dünyada yaşıyor olacaktık.

Hepinizi internet ortamında kolaylıkla bulabileceğiniz King raporunu okumaya ve www.globalreporting.org’ dan GRI ile ilgili daha fazla bilgi edinmeye davet ediyorum. Bizim ve çocuklarımızın geleceği orada!

Hiç yorum yok: